Pages

29 Eylül 2010 Çarşamba

Lüks Okuma Keyfi İçin Bir Şey

"Robb Report"



Lüks Yeniden Yorumlanıyor sloganıyla yola çıkan yeni bir dergi Robb Report,


32 yıllık bir geçmişe sahip Türkiye'ye Doğan Yayıncılık tarafından getirildi.


Tamamen lüks tüketime yönelik. Türkiye'de bu anlamda bir ilk sayılabilir. Hitap ettiği kesim bir hayli üst tabaka diyebiliriz.


Künyesine bakacak olursak,


Erman Yerdelen
Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve Ticaret A.Ş.’yi temsilen Yönetim Kurulu Başkanı ve İmtiyaz Sahibi
Doğuş Yayın Grubu

Cem Aydın

Genel Müdür
Görkem Yaşayan
Genel Müdür Yardımcısı (Operasyon)

Ateş İnce
Genel Müdür Yardımcısı (Reklam Satış)
Ahmet İren
Genel Müdür Yardımcısı (Mali İşler)
REKLAM
Zeynep Özdemir Reklam Satış Direktörü 
Mehveş Turfan Reklam Satış Koordinatörü 
Banu Acar Reklam Satış Koordinatörü 
Funda Turan Reklam Satış Grup Müdürü
Dilhan Çekiçer Reklam Satış Müdürü
Mehmet Gökme Stratejik Planlama Müdürü
Şebnem Düzcü Rezervasyon Müdürü
Tel: 0212 335 48 65, Faks: 0212 330 00 55

Mustafa Çardak Teknik Sorumlu Tel: 0212 335 44 04
PAZARLAMA 
Seçil Gökkaya Pazarlama Müdürü
Çağdaş Balibeyoğlu
Abonelik için: 0212 304 00 44
uye@robbreport.com.tr
DIŞ İLİŞKİLER
Özgür Akhan
ÜRETİM PLANLAMA
Yakup Akyıldırım
DAĞITIM SATIŞ
Özgür Yüksel Karasu
TANITIM PRODÜKSİYON
Özgüç Yiğit
YAYIN TÜRÜ
Aylık yaygın süreli yayın





Neyyire Özkan 
Doğuş Dergi Grubu Genel Yönetmeni
Ali Kiremitçioğlu 
Dergi Grubu Danışmanı
Eray Özer 
Yayın Koordinatörü 

Şebnem Denktaş 
Yayın Yönetmeni
Yazı İşleri 
Deniz Gökçe İnceoğlu Yazı İşleri Müdürü
Gülay Koç Editör
Burcu Sever (Sorumlu Müdür) 

Tasarım ve Uygulama
Kemal Toğanç Görsel Yönetmen
Yönetim Yeri
Doğuş Grubu İletişim
Yayıncılık ve Tic. A.Ş. Maslak Mahallesi G45 Ahi Evran Polaris Caddesi Dogus Power Center No: 4 Maslak-Sisli ISTANBUL Tel:0212 304 00 44
Basım Yeri 
Promat Basım Sanayi ve Ticaret A.Ş.
Evren Mahallesi, Evren 1 Oto Sanayi Sitesi
Yanıi Esenyurt İstanbul
Tel: (212) 690 63 63
LİSANS SAHİBİ
CurtCo Robb Media, LLC
Heather Cliff Rd. Suite 200, Malibu, CA 90265


TÜRKİYE LİSANS SAHİBİ
Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve Tic. A.Ş.
Eski Büyükdere Cad. USO Center No: 61 Maslak 34398 İstanbul
Tel: (212) 335 00 00
Faks: (212) 346 30 00

Dergide yer alan haberler kategorileri ayrılarak verilmiş. Mücevher, mobilya, koleksiyon, otel bu kategorilerden yalnızca bazıları.
Lüks tüketime hitap etmesinden midir bilinmez derginin fiyatı 15TL . Eğer AMEX Platinum kartınız varsa ücretsiz olarak size yollanır.
Nasıl bir şeymiş görelim dedim aldım. Açıkçası tam bir hayal kırıklığı oldu benim için. İçeriği çok ama çok zayıf. Meraklılarına hitap edecek yazılara yer vermişler ancak ne kadar tatmin edici tartışılır.
Lüksü bir hayat tarzı haline getirenler için aslında biçilmiş kaftan. Her bir kategoride size yeni lüks seçenekler sunacak bir rehber diyebiliriz.
Bir daha alır mıyım? Hiç sanmıyorum.
Yine de ne var ne yok diye bir kere alıp okuyabilirsiniz :)


20 Eylül 2010 Pazartesi

Kitaplığa Yeni Bir Misafir

Kitabın Adı: Ekmek Arası

Yazar: Charles Bukowski

Yayınevi: Metis

Kitap Hakkında: Bukowski'den ailesine, çocukluğuna, lise yıllarına vesaireye dair...

Diyor kitabın arkasında, benimse söyleyecek daha fazla şeyim var;







Daha önce farkında değildim Bukowski'nin. Okuyorum diye geçinirdim de bilmediğim, kelimelerine dokunmadığım, anlattıklarını beynimde kalbimde yaşatmadığım biri daha vardı işte karşımda. Sıcağın fazlasıyla rahatsız edici olduğu mevsimde, aylardan temmuz, "Onun" sayesinde öğrendim; Charles Bukowski... Öfkeli, içkiyi kadınları, küfürü seviyor diye yargılanan oysa içinden geldiği gibi, olduğu gibi, başkaları için değil kendi için yaşıyor diye alkışlanmayan.

Önce şiirlerini okudum. Her bir satır saldırgan geldi bana, fazlasıyla dürüst, fazlasıyla gerçek fazlasıyla yaşayan kelimeler. Ama sevdim, okudukça daha fazla tanımak istedim onu.

Bir akşam okumadığım için yediğim azardan sonra artık sıra Ekmek Arası'ndaydı.
Hoş o akşamın üzerinden hayli zaman geçmişti, zaman bu zamandı belki de. Herşeyi bir kadere bağladığımdan mıdır bilinmez bana iyi geldiğini hissettiğim bir zamanda başlamıştım okumaya.

Henry, onun hikayesi anlatılan. Çocukluğu, gençliği, okul yılları...
Daha ilk sayfalarda sizi alıp götüren bir dille karşılaşıyorsunuz. Sürükleyici ve yalın. Gerçek ve sizin gibi Henry.
Birçok çocuğun sokaktan eve girmek bilmediği yaşlarda onun canı yanıyor dört duvar arasında.
Daha ilk yıllarında okulun ayağına dolanıyor hayatın acımasızlığı.
Büyüyor o, evde acıyla, okulda ayakta kalma savaşıyla, içte yenilgilerle, kırgınlıklarla,  öfkeyle, inadına bir güçle.
Gün geçtikçe bileniyor o, hayata karşı, canını yakanlara karşı, üzerine basmaya çabalayanlara karşı.
Gün gelip de kalbindeki öfke güce dönüşünce ansızın bu defa can yakıyor, bu defa o acımasızlığı saçıyor etrafına.

Her bir satırda öfkeniliyorsunuz sanki, arkasını sıvazlamak istiyorsunuz bazen ya da karşınızda olsa da sımsıkı sarılsanız ne de gerçek geliyor herşey okurken.

Yaşarken öylece umursamaz, kendi hayatlarımıza gömülü kıyıda kalmışlıklar var bu satırlarda, görmediğimiz duymadığımız hayatlara bir ayna bu kitap.

Bambaşka sonlar yakıştırdım okudukça, sonuna yaklaştıkça kitabın toz pembe bir son çizdim kendimce oysa son sayfasında hikayenin herşey kocaman bir soru işaretiyle sonlanıyor önünüzde.
Daha devam etsin istiyorsunuz, böyle bitsin istemiyorsunuz bu öfke bu savaş bu talihsiz gidiş.

Sizi içine alıp hikayeye dahil eden bir kitap Ekmek Arası. Geç olmadan, hemen okunası. Bukowski'ye bir parça yaklaşmak için bir küçük yol sadece...

17 Eylül 2010 Cuma

Yalan*

Arkadaşım olabilir misin? Ya dostum, demek istediğim bana benden yakın olabilir misin?
Gecenin bir vakti yüreğimi sıkan o sıkıntılara ortak olabilir mi yüreğin? Gerçekten tutabilir misin ki elimi? Kandırıyor mu yoksa yürekler kendilerini... Koca bir yalan mı hayat yoksa...
Elimden kayıp gidiyor birşeyler ve ben dur diyemiyorum.
Önceleri sesimi kaybettim ben. Avaz avaz bağırdılar yüzüme, acımadan... Bazen o kadar can yaktı ki, sessizliğin bile çığlık olduğu anlar öylesine ağır geldi ki bedenime ezildim altında. Bin parça olana kadar sustum ben, kelimelerimi yitirdim an be an. Gömüldüm sessizliğime, ne karşı geldim ne de onayladım aslında. Sustum sadece, belki de en zoru buydu benliğimi saran...
Duygularım kayboldular ardından. Bir sabah uyandığımda, çoktan yok olmuşlardı. Oysa ihtiyacım vardı onlara. Öfkelenmek istiyordum, dur demek istiyordum bu pervasızca gidişe. Neye yarardım ki duygularım da olmadan. Artık nasıl ilerlerdim yolumda kelimelerimden yoksun, duygularımdan uzak...
Gitgide daha da gömüldüm karanlığa. Ben gün geçtikçe başkalaştım da farketmediler. An be an bir başkası oldum da anlamadılar...
Konuşamadım ki, anlatamadım içimde olanları. Geçen zamanın bir köşesinde yitirmiştim herşeyimi.
Yara aldım ben hatırlayamadığım bir anında geçmişin...
Daha az konuşmak istiyorum şimdilerde, öylesine bir uzaklaşma isteği karşı koyamadığım.
Kalabalıklar ilk defa bugünkü kadar korkutucu bana. İlk defa bu kadar savunmasız yüreğim. Yönünü kaybetmişçesine koşuyor belirsizliğe. Korunaklı dünyasından çok uzakta tehlikelere adım atıyor şimdilerde.
Dur desem de durmaz nasılsa bakıyorum ardından endişeyle...
Yorar hüzünlerim benim. Mutsuz eder, nefes alamaz olursun bir yerden sonra. Kaçmak istersin uzağa , daha uzağa... Öylesine birikmiş ki içimde yorgunluk, anlamazsın istesen de neden gözlerimdeki ışık yok artık...
Karanlığa doğru bir gidişse eğer önümdeki yol, elimi tutup da korkusuzca yürüyemezsin o karanlığa, susarak, yargısız, sorgusuz sualsiz gelemezsin ardım sıra...
Zaman geçer, ben ben olmam artık, bu öylesine sonsuz bir gidiş anla...

16 Eylül 2010 Perşembe

Hayat*

Uçsuz bucaksız bir deniz gibi hayat.
Sonunu göremediğin, altınden nelerin çıkacağını bilemediğin. Öyle belirsiz ki aslında herşey, öylece üzerinde yol alırken sanki herşey tıpkı o anda olduğu gibi sakin ve yolunda gidecekmiş gibi hissedersin oysa ki...
Ya çalkalanmaya başlarsa sular, ya aniden yükselirse dalgaları denizinin. Kıyıya gelene kadar alabora edip herşeyi sakin limanında ne var ne yoksa alıp giderse peşi sıra? Öylesine yükselir ki bazen dalgalar, yitirirsin avucundakileri bir bir.
Hızla bir anda vurur kıyılarını, sakinliğinde hayatın çalkalanırsın sen de tıpkı deniz gibi...
Hayatta kalmaya çalışmak gerek fırtınasında havanın. Tek başınasın geminde, ya devam ya tamam.
Bulanık sular gibi karmakarışık aklın. Renklerin en koyusu içinde. Oysa ya tamam ya devam...
Elini biri tutar belki de kim bilir.
Şanslıysan eğer uçsuz bucaksız denizinde suya batmadan önceki o son anda bir el omzundan yakalar seni çekip kurtarmak için...

15 Eylül 2010 Çarşamba

Yenilgi*

Bir şeyler arayıp kaybolmak...
Gitgide daha da çok karmaşıklığa batmak.
Elin kolun tüm bedenin batmışken kargaşaya susmak istemek.
Söylenecek söz yok aslında. Gitme vakti şimdi. Arkana bakmadan hızla koşar adım kendi gerçeğine koşma vakti. Yanarsın oralarda, tüm bedenin kül olana kadar yanarsın alev alev... Uyanma vakti şimdi.
Şöyle bir silkelenip önününe bakma vakti.
Tek bir sözcük dökülür dudaklarından, hoşçakal... Son defa veda edip rüyalarına dön gerçeğine, yaşa konuşmadan, sus anlatma seni bile acıtan duyguları.
Ellerin boşluğa düşsün bırak, dokunma son bir kez daha.
Gerçek bu değil anla...
Hadi şimdi vazgeçme vakti, yenildin kabullenme meydanı terk etme vakti...

6 Eylül 2010 Pazartesi

Eylül,Müzik ve ben...

FİX YOU

When you try your best but you don't succeed



When you get what you want but not what you need


When you feel so tired but you can't sleep


Stuck in reverse



And the tears come streaming down your face


When you lose something you can't replace


When you love someone but it goes to waste


Could it be worse?

 
Lights will guide you home


And ignite your bones


And I will try to fix you


And high up above or down below


When you're too in love to let it go


But if you never try you'll never know


Just what you're worth



Lights will guide you home


And ignite your bones


I will try to fix you Tears streamin' down on your face


When you lose something you cannot replace


Tears streamin' down on your face


And I



Tears streamin' down on your face


I promise you I will learn from the mistakes


Tears streamin' down on your face


And I


Lights will guide you home


And ignite your bones


And I will try to fix you.

Coldplay


 



Filmlere devam

GOİNG THE DİSTANCE


Yönetmen: Nanette Burstein
Oyuncular: Drew Barrymore, Justin Long
Yapım: 2010-ABD
Tür: Romantik Komedi
Senaryo: Geoff Latulippe
Görüntü Yönetmeni:Eric Steelberg
Müzik:Mychael Danna
Filmin Websitesi: going-the-distance.warnerbros.com


Film Hakkında:
Erin ve Garrett, birbirleri ile iyi vakit geçiren, oldukça uyumlu bir çifttir. Erin işi nedeniyle San Fransisco'ya dönmek zorunda kalır ve ardında yine işi nedeniyle New York'ta kalmak zorunda olan Garrett'ı bırakır. İlişkileri her ne kadar iyi gitse de, aradaki mesafeden dolayı bu aşkın biteceğini düşünmektedirler. Ancak bekledikleri giibi olmaz, birbirleri olmadan geçen anlamsız altı haftadan sonra aradaki mesafeye rağmen ilişkilerini yürütmeye karar verirler. Oysa ilişkileri aradaki mesafeden değil, yanı başlarındaki dostlarından dolayı zora girecektir.






Kilometrelerce uzağında birini gerçekten sevebilir misin? Yani demek istediğim aradaki mesafelere rağmen bu bir ilişki olabilir mi? Eğlenmek için gittim bu filme, Drew Barrymore hayranı olmamın da etkisi yok değil şimdi.
Filmden çıktığımda düşünmeye başladım, gerçekten olabilir miydi?
Bir akşam canın müthiş sıkkınken, yanına bir kadeh birşeyler alıp melankolinin kollarına kendini bırakmışken yalnızca telefonun ucundaki ses yeterli olur muydu bulutlarını dağıtmaya?
Belki de hayatının en mutlu gününü yaşarken, anlatmak paylaşmak haykırmak isterken mutluluğunu buz gibi telefonu kulağına dayayıp konuşmak hafifletir miydi mutluluğun sarhoşluğunu?
Sevmek, bakmak, görmek, dokunmak hissetmek değil miydi oysa...
Aynı çemberin içinde yaşamak, aynı yola adım atmak değil miydi...
Aynı sokakları arşınlamak, aynı havayı solumak aynı saatte aynı güneşe bakmak  güvende tutmaz mı yüreğini?
Mesafeler zordur, mesafeler yorar kalbini...
Merak etmek, öylece günlük yaşamına bakmaya çalışırken aklının hep bir yerde birşeylerle meşgul olması adımlarını yavaşlatır hayata karşı...
Buna cesareti olan?...

Eylül,Müzik ve ben...

Bugün Mor ve Ötesi dinleyesim var neden bilmiyorum... Fizy'de ilk önüme çıkan şarkı bu,


benim küçük sevgilim


sen bana neler yaptın

böldün parça parça

onlar bilmez onlar bilmez

bakarlar yüzüme

sanki yoksun gibi

sanki yalanmışız gibi



benim küçük sevgilim

sen bana neler yaptın

kırdın defalarca

onlar bilmez onlar bilmez

vururlar yüzüme

sanki yoksun gibi

sanki yalanmışız gibi



benim küçük sevgilim

ben sana neler yaptım

kızdım sayfalarca

onlar bilmez onlar bilmez

yakarlar canımı

sanki yoksun gibi

sanki yalanmışız gibi



benim küçük sevgilim

sanki yalanmş qibiii

benim küçük sevqilim

sanki masalmış qibi...

Mor Ve Ötesi



Minik adamlarım

Yalnız...

Yükseliş*

Huzur

...

Balıkçı

"İstanbul"

"uzağa,daha uzağa..."

"Ufaklık"

"eski..."

"saklı..."

"Huzur"

"çocuk olmak"

"geride kalan..."

"mutluluk"

"bekleyiş"

"nostalji"