Pages

25 Ocak 2013 Cuma

Yasak Aşk

Yanı başımda nefesin, bense duruyorum öylece. 
Her bir hücremle özlemle sarılmak geçse de yüreğimden sana bakıyorum sadece. Heyecanla bir şeyler anlatıyorsun gözlerim içine bakarak. 
Hani öyle sımsıcak değiyor ya gözlerin gözlerime, bir bıçak saplanıyor aynı anda kalbime. Bakıp da göremiyorsun ya gözlerimin sana dair yaşlarla dolduğunu işte umudumu o an kaybediyorum ben.
Halbuki öylesine sen ki gözlerim, kelimelerim, yanında yürürken birbirine dolanan adımlarım, telefonun diğer ucunda telaşlı sesim, hepsi hepsi öylesine senle doluyken anlamıyorsun ya sen günden güne nasıl daha da dibe doğru sürüklendiğimi ne aklım ne kalbim cevaplayabiliyor gecemi sabah eden o soruları...
Bu sabah yine geç kaldım işe. Bu hafta kaçıncı kez oluyor aynı şey bilmiyorum. Öğleden sonra bir uyarı kağıdı vardı masamda, önemsemedim ki. Bütün gece telefonun diğer ucunda seninleydim ben. Bedenim yorgunluktan uykusuzluktan isyan etse de, her mesaj sesinde yatıyorum dememen için dua ederek sarıldım telefona. Kelimeler tükenir konuşacaklar biter diye olur olmadık her şeyden bahsettim umutsuzca. Bir ara her zamanki oyunumu bile oynadım sana karşı. Mutsuz dertli yardıma muhtaç çocuktum o an. Teselline ihtiyacım vardı derdimi söylemem için ısrarcı olmadan.
Kandırdım sanma seni, yalnızca gecenin bir yarısı uzağımda da olsan yalnızca benimleymişsin gibi hissettiğim tek zaman o anlar çünkü. Bir tek o an benimsin sen, bir tek o an yalnızca ben varım yanı başında. 
Gece kendini tamamen sessizliğe ve yalnızlığa bırakırken, tüm sokaklar tüm şehir uykuya dalmışken yalnızca o an sen ve beniz aslında. Ben yalnızca o an tamamen sana sahibim...
Öyle ağır ki yükü bu sevginin. Duvarlarla çevrelemeliyim seninle kurduğumu dünyayı, olur da anlarlar diye bir maske takmalıyım yüzüme. Sen hep arkadaşım, sen hep sırdaşım sen hep yıllardır hiç bozulmayan dostluğun sahibi en yakınım olmalısın. Ben hiç bakmamalıyım gözlerine sana kıyamıyormuşçasına... Anlarlar, hiç elim eline değmemeli telaş sarar tüm bedenimi anlarlar...
Kelimeler özenle dökülmeli dudaklarımdan, olur da aralarından bir tanesi belli eder diye sırrını kalbimin sıradan olmalı her bir cümlem.
Kırgınlığın, kızgınlığın uykusuz gecelerime sebep olsa da belki de bazen bilerek yapmalıyım bunu. Belki de bazen içim acıyarak kırmalıyım kalbini...
Koca bir dünyaya karşı koruyorum ikimizi aslında. Sen farkında olmadan ben bir savaş veriyorum kendimle ve onlarla...
Biliyorum, bana ve sana karşı onlar... Ben ve sen hiçbir zaman "biz" olamayacağız bu yüzden. Bu gerçekle sonlandırıyorum ben her günümü. 
Seninle geçirdiğimiz günler var ya, her vedalaşmamızda bir daha göremeyecekmişim gibi sarılıyorum aslında sana; kokunu hapsedip burnumda sıcaklığını alıyorum tenime... Bir delilik yapar da her şeyi kaybetmek pahasına anlatırım diye bu sırrı son kez bakıyorum gözlerine. Sonrasında yine cesaret edemeyip seni sonsuza dek kaybetmeyi her yeni günde oyuna devam ediyorum yeniden...
Kabullendi artık yüreğim, sen benim yasak aşkımsın bu hayatta.
Yakınımda ama çok uzağımda, ellerimin arasında ama aslında bana ait olmayan yasak aşkım...
Sen nereye gidersen git peşinden geleceğim bir şekilde, duyanlar aptal diyecekler bana ben hiç aldırış etmeyeceğim onlara. Sen hiç anlamasan da, belki de anlayıp hep sussan da benim gözlerim sen diye bakacaklar hala. Biz yaşlanıp aynı hayatta ama hep farklı hayatlarda olsak da sen benim içimde kalanım, ilk ve de son aşkım olarak kalacaksın bana...

8 Ocak 2013 Salı

Gerçek*

Gerçek olanı bulmaktan ibaret hayat aslında. 
Gerçek dostluğu, gerçek sevgiyi, gerçek sevinci, üzüntüyü, gerçekleşen hayali, gerçek aşkı bulmaktan ibaret.
Ve tüm bu gerçekliği ararken insan her girdiği yolda, yapılan hatalardan, dönülen yanlış yollardan, alınan derslerden ibaret bir başka noktada... 
Her adım bambaşka hikayeler yaratmaya yarıyor aslında. Farkına varmadan biz amaca ulaşmak için çıktığımız yolda karşılaştığımız onlarca farklı yüz, onlarca farklı hayat, onlarca farklı hikaye değil mi bir bir yanından geçtiğimiz?
Tam bulduğuna inandığında kalbin aradığın gerçek dostluğu, ansızın yediğin tokat uyandırmaz mı gaflet uykundan seni? Halbuki tam da hazırdı kalbin tutunmaya, her ne zamansa son o ana kadar elinden tutmaya. Sonra bir yanılgı yıkmaz mı canla başla var ettiğin dünyanı?
Tam hazırken sen en gerçeğim demeye sevgine, ayıracak tek bir şey varsa eğer sizi ölüm koymaya adını, bir karanlık kaplamaz mı güneşin doğduğu her bir köşesini hayatının?
Hayat gerçeğin peşinde koştuğun uzun bir yol aslında, kısacık gibi gelse de zaman hızla aktığından biz anlamadan. 
Sayısı gitgide azalan gerçeklerin peşinde koştuğun yalnız bir savaş aslında. 
Çok defasında yanıldığın, kırıldığın, yanlış gölgelerin peşine düştüğün, her şeyden vazgeçme noktasına gelip bir başka gerçeğe tutunduğun uzunca bir yol...
Hiç yara almadan geçip gitmenin formülü var mıdır bilinmez, yıllar geçtikçe, sen ben var oldukça bu yol alış devam edecek öylece... Kimi zaman çok kanayacak yaralarımız,kimi zaman öyle çok zaman geçecek ki bulmak için kendi gerçeğimizi geldiğinde o an yaşlanmış olacak ruhlarımız.
Sen vazgeçsen de ben vazgeçsem de birilerinin gerçeği olacağız biz.
Gerçek sevgiyi, gerçek aşkı ya da gerçek dostluğu sende bende bulacak birileri. 
Sen koşmadan peşinden, birileri koşacak senin peşinden ve yakalayacaksın o an ellerinden, onca zaman beklediğinin bu olduğundan habersiz...
Kaybettiklerin acı vermeyecek o an daha fazla, çünkü gidenlerin zaten hiç var olmadıklarını anlayacak yüreğin. Vazgeçenlerin aslında zaten hiç gelmediklerini, arkanı dönüp gidebildiklerine aslında hiç bağlanmadığını anlayacak kalbin. 
Daha az hatırlayacak, daha az anar olacaksın o zaman çok zaman var sanıp sonra yok olanları.
Gerçekler alınca her şeyin ve hepsinin yerini, unutulacak tüm eskide kalan hatıralar bir bir...
Ve işte böyle, hayat, gidenlerden ve gelenlerden ibaret olacak sonrasında; bitenlerden ve başlayanlardan, kaybedilip kazanılan oyunlardan...

5 Ocak 2013 Cumartesi

Yaşarken*


Sessiz kabullenişler var hayatlarımızda; farkında olmadan olup bitiveren, anlamadan sinsice her bir hücrenize nüfus eden. Sessiz yapılan anlaşmalar var hayatlarımızda; aslında istemeden, çokta ne olup bittiğini bilmediğimiz anlaşmalar. Birilerinin, hayatlarımızda müdahale hakkının doğduğu, o çok şiddetle savunduğumuz özgürlüğümüzün çoktan üzerine basıldığı anlaşmalar...
Sonrasında büyüdükçe büyüyor rahatsızlığı içimizde. Ansızın tepkisizliğimizin içinden doğan tepkilerimiz daha da büyük sonuçlar doğuruyor bu defa. 
Düzeltmeye kalktığımız o anda, teslimiyetimizin altına çoktan imza atmış olduğumuzu anlıyoruz aniden.
Ne gidilecek yol kalıyor bize, ne de söylenecek söz...
Biz değil miydik güle oynaya teslim eden ipleri başkalarının ellerine?
Biz değil miydik istemeye istemeye koşan kapkara bir belirsizliğin içine?
Ne zaman bu kadar vazgeçtik kendimizden? Kaç zaman daha sürecek sahibinin ellerinde oradan oraya sürüklenen bir kukla misali yaşayışımız?
Ve kaç zaman daha böyle pişmanlıkla keşke diyecek dilimiz?
Buna bir dur diyebileceğimiz an var mıydı geçmişte? Hani hiçbir şey olmadan, daha biz vazgeçmemiş, henüz hala evet dememişken teslimiyete. 
Bir an var mıydı, sessiz kabullenişler yerine hayır diyebildiğimiz, istemiyorken kalbimiz söz geçirebildiğimiz dilimize?
Şimdi dönsek o anlara yine aynı sahne canlanır mı geçmişin yapraklarında, yoksa çokça pişman kalbimiz susmayı bilip akla bırakır mı sırasını?
Kalp başka dil başka söylerken anlamalı aslında. Hayır demek isterken tüm benliğinle, biraz kalpsiz kalmak gerek öyle anlarda. 
Belki de biraz da beklentisiz yürümek gerek hayatta. 
Hata üstüne hata yaparken sevgiler üzerine, ilişkiler ve dostluklar üzerine dönüp baktığında yalnızca senin kalbin huzursuzsa eğer çok şey beklemiş olduğundandır belki de. 
Gelen giderken ansızın, seven nefret ederken bir gün, neden diye sormak, bir cevap aramak üstelik de bulacağını ümit etmek olsa olsa bir parça daha zaman kaybın olur hayatta. 
Pişman olma hayal kırıklıklarından, gidenlerin ardından ağlamak yerine, vazgeçenlere isyan etmek, güvenini paramparça edenlere beddualar sıralamak yerine devam et yola; bu defa daha az bekleyerek ve daha az anlam yükleyerek her şeye...





Minik adamlarım

Yalnız...

Yükseliş*

Huzur

...

Balıkçı

"İstanbul"

"uzağa,daha uzağa..."

"Ufaklık"

"eski..."

"saklı..."

"Huzur"

"çocuk olmak"

"geride kalan..."

"mutluluk"

"bekleyiş"

"nostalji"