Pages

10 Ekim 2011 Pazartesi

Part 7 - Den Haag

Den Haag mı Lahey mi ne diyeceğimi şaşırdığım şehir ; Den Haag
Hollanda'nın 3. büyük şehir ve kraliyet ailesinin yaşadığı şehir burası.
Neden olduğunu bilmediğim bir sebepten de diğer ismi Lahey, genelde Den Haag olarak bilinse de politik konularda isim Lahey oluveriyor.
Bu sıkıcı ayrıntılardan sonra burayı anlatmaya geçmek istiyorum.
Haftasonu bir şeyler yapılabilinecek tek gün olan cumartesi gününü değerlendirmek üzere oy birliğiyle Den Haag'a gitmeye karar veriyoruz.
Utrecht Central Station'dan bindiğimiz trenle yaklaşık 1 saatlik bir yolculukla Den Haag'a ulaştık.
İstasyondan çıkarken ve merkeze doğru ilerlerken ilk izlenimim galiba sıkıcı bir yere geldik yönünde olsa da önyargılarımızdan kurtulmuştuk hani özlem diye kendimi dürtüp yoluma devam ettim :)
Adettendir önce bir şehir merkezi gezilir,biz de öyle yaptık.
Utrecht'e göre çok daha hareketli, renkli ve canlı bir şehir merkeziyle karşılaştık. Sıra sıra bir sürü mağaza, cafe, restaurant vardı. Baktığınızda aslında Taksim İstiklal ya da Beşiktaş çarşı gibi bir yerdi bence.
Yine masalarını dışarı atmış boş yer bulmakta zorlanacağınız birçok cafenin sıralandığı o merkezde oturup da bir şeyler içmediğim için sonradan çok pişmanlık duyacağımı bile bile o cafeleri es geçtik, çünkü Den Haag'da asıl amacımız sahile gitmekti.
Bu amaçla yolumuza devam ederek tramvaya bineceğimiz durağa ilerledik.
Tramvaya binip içeride bilet alabiliyorsunuz ve 2,50euro vererek merkeze yakın bir duraktan 15-20 dakikalık bir yolculuktan sonra sahile ulaşabiliyorsunuz.
Denize aç 6 İstanbullu vakit kaybetmeden bir an önce sahile ulaşmak için hızlı hızlı ilerledik, burnumuza gelen balık kokularını içimize çeke çeke.
Bu sahil Hollanda'nın ünlü Scheveningen sahili. Öğrendiğimize göre yazın Hollandalı bir çok insan soluğu burada alıyormuş. Almayıp ne yapsınlar ?
Tamam kabul muhteşem inanılmaz akıl almaz bir görüntü değildi karşımızdaki, ama yapmayın Hollanda'dayız Utrecht'de kalıyoruz ve o sahil çölde vaha :)
Uzun mu uzun bir sahil, kumsal o kadar geniş bırakılmış ki bizdeki sahillerde her yeri kullanmak pahasına küçücük bırakılan kumsal aklıma gelip üzülüyorum bizim için. Denizle sahil kenarına sıralanmış mekanlar arası alabildiğine kum burada.
Ne yana gideceğimizi şaşırmış halde çocuk gibi şen yürüyoruz önce sahil boyunca.Tüm mekanlara tek tek bakarak, neden Den Haag'daki üniversiteyi seçemediğimize hayıflanarak ve neden buraya gelmişken kalmadığımıza üzülerek.
Yemek yemek için sahile gelmeyi beklemişken hangisine oturacağımıza karar veremeyerek ilk girişteki tıpkı Volendam'daki gibi deniz ürünleri yapan ayak üstü yemek yiyebileceğiniz yeri tercih ediyoruz ve ekmek arası balıklarımızla küçük kaplarda sosuyla servis edilen kalamarlarımızı yiyoruz. Açıkçası kalamar o kadar da lezzetli gelmiyor, İstanbul'da rakı balık masasının vazgeçilmez tamamlayıcısı o kalamarlarla kıyaslayınca.
Ama açlık işte, o an gayet güzel geliyor :)
Yemekler bitince daha ilk girişte burada oturmalıyız kesin dediğimiz "Buddha Lounge" ' a yöneliyoruz.
Sahil boyunca farklı tarz ve konseptlerde mekan vardı, kimi daha salaş kimi daha klas kimi daha yemek odaklı kimi sadece bir şeyler içmeye yönelik. Buddha Lounge ise net bir farkla belliydi ki sahilin en popüler mekanıydı :)
Yer bulmakta biraz zorlansak da gönlümüze göre bir yer bulup oturuyoruz.
Hollanda'ya gittiğimizden beri hepimiz en mutlu anımızı yaşıyorduk sanki.
Yukarda güneş, etrafta gülen eğlenen keyifleri yüzlerinden okunan bir kalabalık.
Elimizde buz gibi içkiler.
Allah'ım sonsuza kadar o anda kalabilirdim o an.
Bu Avrupalılarda rahatlık en üst seviyede. Bizde hani ayıp olur mu öyle şey denir ya, mekanda öyle evindeymiş gibi yayıla yayıla oturamazsın  ya hani, yok arkadaş burada ayıpmış aman saygısızlıkmış yok efendim burası evim mi sanki, çekinceleri filan hak getire.Herkes öyle rahat, öyle kafasına göre ki Türkiye'de her an ne kadar da gergin, ne kadar da dışarı odaklı yaşadığımı anlıyorum o an. Aman bir şey derler, aman laf ederler aman ayıp karşılarlar diye diye nasıl da zincirlere bağlı yaşadığımı anlıyorum.
Biri bir köşede çıkarmış ayakkabılarını, toplamış ayaklarını koltuğun tepesinde oturuyor, diğeri boylu boyunca yatmış sevgilisinin kucağına sanırsın evinin oturma odasında. Öbürü koskoca adam uzanmış oturulacak yere uyuyor, bir diğeri oturduğu sandalyede onca insana aldırmadan kilotlu çorap giyiyor - :) şaka değil gerçek-
Bu rahatlık, umursamazlık sizi de sarıyor ister istemez ve aslında özgürlüğün bu olduğunu hissediyorsunuz birden.
Düşünmeden hareket etmeyi, umursamadan sadece "anı yaşamayı" onlardan öğreniyorsunuz.
Güneşi karşımıza alıp, buz gibi biraları bir bir içip zevkten keyiften dört köşe kaç saat oturduk bilmiyorum.
Öylesine güzeldi ki her şey hiç bitmese derken akşam oldu.
O kumsala karşı koyamayarak bu defa kumların içinde bulduk kendimizi.
O an gerçekten tüm negatif enerjimi attığımı hissettim.
Çocuk gibi şenken yavaş yavaş gitme vakti yaklaşınca bir kez daha keşke kalsaydık bugün diye pişmanlıklar içinde dönüş yoluna geçtik.
Türk her yerde Türk lafını kanıtlarcasına dönüş tramvayında bilet almayıp arka kapıdan kaçak binişimiz güne son noktayı koydu:)
Biz öğrenciyiz olsun o kadar:)
Den Haag kesinlikle gidilmesi gereken şehirlerden biri, hele de Hollanda ziyaretiniz bahara ya da yaza denk gelmişse, o sahilde denize girmek kumsalda keyif yapmak eminim müthiş keyifli olacaktır.
Ve görünen o ki bir hayli de yeni yapılanma vardı sahilde, gün geçtikçe daha güzel bir yer haline gelecek eminim.
Olur da Den Haag'dan geçerse yolunuz kesinlikle Buddha Lounge'a oturup Bucket Corona'nızı söyleyip ayaklarınızı uzatıp öylece saatlerce oturmalısınız.Belki tavsiye için beni hatırlayıp bir tane de benim için içersiniz :)Utrecht'e geldiğimizde aklımızda hala Den Haag vardı, bir daha kesin bir daha diyerek yurtlarımıza dağıldık.





































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder




Minik adamlarım

Yalnız...

Yükseliş*

Huzur

...

Balıkçı

"İstanbul"

"uzağa,daha uzağa..."

"Ufaklık"

"eski..."

"saklı..."

"Huzur"

"çocuk olmak"

"geride kalan..."

"mutluluk"

"bekleyiş"

"nostalji"