Size bir şey söyleyeyim; Brugge' e gidin! Ama mutlaka gidin!
Ne güzel bir şehir Brugge, ne sıcak ne sevimli bir şehir. Sokaklarında yürürken kendinizi Orta Çağ'da hissediyorsunuz, evlerine baktıkça ya bir film setinde olduğunuzu ya da her birinin bir resim olduğunu sanıyorsunuz. Öylesine kendi halinde, mağrur misafirlerini sıcacık atmosferiyle kucaklayan bir yer ki gidip görmeseydim çok pişman olabilirdim eminim.
Utrecht'den direk trenler olsa da biz ucuz bilet aldığımız için 2 aktarma yaparak 3 saatte vardık Brugge Central Station'a. Tren istasyonundan çıkar çıkmaz hemen sağda turist information kısmı var oradan bir tane harita alarak kimse ihtiyacınız olmadan bu şehri gezebilirsiniz. Zaten abartmış olmam, Taksim kadar bir şehir.
Elimizde harita yolumuzu belirleyerek sırayla Beginjhof, Our Lady's Church, Markt Meydanı, Burg Meydanı, Holy Blood Kilisesi'ni gezdik.
Beginjhof, Haçlı Seferleri zamanında yalnız kalan kadın ve çocuklar için bir kontes tarafından yaptırılan evleri içinde barındıran bir mahalle, kale girişlerini andıran bir girişi dar sokakları bir kilisesi bir iki adımda bir ağaçların göğe yükseldiği bir meydanı var.
Our Lady's Kilisesi'nde ünlü Madonna heykeli vardı onun dışında, artık her biri bana aynıymış gelen kilise atmosferi Orta Çağ kilisesi olmasını verdiği bir farklılık olarak iç mimarisi diğer modern kiliselerden tabiki farklıydı ama hepsi o kadar.
Markt Meydanı'nda şansımıza Christmas Market vardı ama büyük hayalle yöneldiğim standlarda hiçbir şey bulamadım. Yiyecek içecek kısmını ise patates kızartması, waffle, çikolata, bira ve şarap ele geçirmiş durumdaydı.
Burg Meydanı'nda ünlü Holy-Blood Kilisesi yer alıyor. Bu kilisede İsa'ya ait kan izi olduğu söyleniyor. Büyük merakla içeri girdik, hani nerde İsa'nın kan izi diye aranıp daha sonra kapıdaki görevliye sorduk ve işaretleriyle kilisesinin bir köşesinde mavi elbiseleri içindeki rahibenin koruyuculuğu yaptığı kan izlerine döndü bakışlarımız, ilerledik ve hemen önümüzdeki kısaca -kibarca- para verin ancak öyle görürsünüz diyen uyarıyı okuyup kutuya para atıp merdivenleri çıktık. Rahibe bir örtüyü kaldırdı, cam bir silindir içinde ne olduğunu anlamadığım bir şey ve üzerinde kan izleri. Açıkçası çok da inanmasam da baktım şaşkınlık ve hayret ifadelerini de yapıp ilerledim, ne yani nereden biliyorlar İsa'ya ait olduğunu, onca yıl sonra?
Üstelik de böyle bir şeyi parayla göstermeleri daha da garip bence.
Bir de bizde cami'lerde para toplanıyor bağış toplanıyor diye isyan eder insanlar, kiliselerde adım başı bağış kutuları var, mum yak para, resme bak para, kan izine bak para, çıkarken bağış kutusu girerken bağış kutusu. Güya senin vicdanına bırakılıyor verip vermemek ama adım başı bunu hatırlatarak önünde sonunda birine para atman sağlanıyor.
Burg Meydanı da arnavut kaldırımlı küçük bir meydan aynı zamanda Gothic Town Hall'un da yer aldığı.
Ünlü Belçika çikolatalarını satan dükkanlara adım başı rastlayabilirsiniz, biz küçük paketlerde birer tane seçerek onlarca çeşitlerden tadlarına baktık ama ne yalan söyleyeyim öyle ayılıp bayılmadım çikolatalara. Zaten artık her yerde Belçika çikolatalarına ulaşabiliyoruz buradakilerin daha güzel olmasını beklerdim ana vatanı olduğu için.
Yürümekten yorulup, kendimizi patateslerin tadına bakmak üzere bir yere atıyoruz şuan adını unuttum, not da almamışım ama Markt Meydanını biraz geçip St. Salvator Cathedral'inin çarprazında dışarından çok şık görünümlü,bir yerdi. Small boy patatesler sadece 1.90 Euro ve gayet lezzetliydi. Yanında ünlü 300 çeşidi bulan Belçika biralarından bir tanesini denedik adı "Hoegaarden", ben bu birayı çok beğendim daha önce denediğim Belçika biraları arasında en güzeliydi diyebilirim.
Brugge'e hakim bir Flemenk kültürü var, bu yüzden olsa gerek Hollanda'dan çok da farklı bir lezzet yoktu yediğimiz patateslerde, artık yemeğe alıştığımız patates kızartmasıydı işte :) Ama bazen inanılmaz yağlı ve tuzlu yapan yerler oluyor bunu düşününce burdakiler çok başarılıydı. Gidenlere tavsiye edilir, keşke adını da hatırlasaydım ama tariften bulursunuz kolaylıkla.
Belçika dantelleriyle ünlüdür malum, buraya kadar gelmişken Dantel satan dükkanlara girmeden dönmeyecektik biz de. Hemen hemen her dükkana girdik fiyatlar çoğunlukla birbirine yakındı.Her şey ama her şey için dantelden yapılmış eşyalar bulabilirsiniz. Biz çatal-bıçak koymak için servisler arıyorduk, her yerde 3.75-4.75 arasında değişiyordu modeller ancak tek bir yerde olağandan çok çok ucuzdu ve biz oradan ilerde kullanmak üzere servisler ona uygun ekmek sepetleri alarak, çeyiz yapan kızlar gibi poşetleri taktık kolumuza. Dükkanın adını ve adresini de vereyim ki gidenler olursa mutlaka buraya gitsinler, her şey burada diğer yerlere göre çok daha ucuz emin olun ; " Kanthuisje Bvba" adresi : Breidelstraat 5, Brugge.
Tüm bunlara ek olarak hava güzelken Brugge'e gitmenizi ve tekne turu yapmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Kanallar ve o tarihi sevimli eski köprüler, suya batmış evler küçük bir tekneyle sıcak bir havada inanılmaz keyifli olacaktır eminim.
Ertesi günün Christmas Day olmasından ötürü dükkanlar cafeler her yer olağan saatlerinden daha erken kapandılar zaman geçirmek ve akşam 8deki treni beklemek için Markt meydanında banklarda oturup zaman öldürüp yavaşça dönüş yoluna geçtik. Sokaklarda kimsecikler kalmadığı ve olduğundan daha da sakin bir hal aldığı için şehir biraz ürkütücü gelmedi değil, sağ salim tren istasyonuna vararak Brugge gezimizi sonlandırdık.
Başta da söylediğim gibi, mutlaka gidin, görün, gezin, bira içip dantellere göz atmadan geri gelmeyin :)
Ve son olarak da Brugge'den birkaç kare ;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder